9 Nisan 2024 Salı

FAS GEZİ



AFRİKA , TAJİN , KUSKUS !!!!! 


Bu yıl ki yurtdışı programımızı 4-5 ay kadar önce
kararlaştırdık.Tüm yurtdışı gezilerimde bana eşlik
eden arkadaşımla birlikte kız kardeşim de
programa dahil oldu. Rotamızı FAS olarak
belirlerken şimdiye kadar  gördüğümüz Avrupa
ülkelerindenhem coğrafi , hem de kültürel olarak
farklı bir ülke olsun istemiştik.
Her gezi öncesi gibi
10-15 gün boyunca Fas hakkında herşey ve
programımızla ilgili araştırmalar yaptık.



Hatta arkadaşımla 1942 yılında çekilen Casablanca
ve 2012 yılında Fas'ta çekilen Les Chevaux de Dieu
 ( Tanrı'nın Atları ) filmlerini bile izledik.


Sonunda beklenen gün geldi ve kendimi tesadüfen
bulduğumuz turun tamamı kadın olan 12 yolcusundan
biri olarak yeni İstanbul havalimanından



Royal Air Maroc havayolu şirketine ait büyük
bir uçakla Casablanca'ya uçarken buldum.

Yaklaşık 5 saatlik bir uçuş sonrası Fas kralının
adını taşıyan Muhammed V havalimanına ulaştık.


O günü, 2 saat fazla yaşamış hissettik çünkü
telefonlarımız zamanı güncelleyerek TR saatinden
2 saat geriye gitmişti bile. Artık araplardan ve
berberilerden oluşan ev sahiplerini ve ülkelerini
tanımaya hazırdık :)

2 gün konakladığımız kent merkezinde ki otelimiz
sayesinde her yere çok kolay ulaşarak Medine 'yi
( Eski şehir ) ve Casablanca'nın idari kamu
binalarının olduğu kent meydanını,
dünyanın en büyük 3. camisi olan,

görkemiyle büyüleyen Hassan II Cami
ve külliyesini, müzeleri gezerken
o kadar yorulduk ki ödül olarak Casablanca
 filminin anısını yaşatmak adına açılan
Rick's Cafe ' de harika bir öğle yemeği yedik.

Filmin müziklerini o harika restorantın atmosferinde
dinlerken, karşınıza Ingrid Bergman'la
Humprey Bogart çıkacaklar sanıyorsunuz :)
Hatta üst kattan aşağı bakarken, piyanonun başında
Sam'i görecekmiş gibi hissediyorsunuz :)

Sam bir daha çalmadı o gün ama olsun,
biz harika yemekler yedik :)


Unutmadan ilk gün MINT TEA yani
nane çayı ile de tanıştık.

Sonra ki günlerde ve uzun yolculuklarımızda ki
molalarda, saatlerce yürüdüğümüz gezilerimizde
üşüyüp, dinlenmek için bir cafeye oturduğumuzda
garson ilk olarak mint tea istermisiniz
diye soruyordu. Bizde ki siyah çay yerine
onlar nane çayı içiyorlar.
Su bardağında getirdikleri oldukça
şekerli çayın içinde birkaç yaprak
yeşil nane de oluyor.
Genel olarak neredeyse fas mutfağının
vazgeçilmezi şeker, nane çayında da
yoğun olarak kullanılıyor.
Gezgin arkadaşlarım ve ben nane çayına
çok çabuk alıştık ve sevdik.

Ama kaldığımız otellerde, cafelerde
önceleri her gelen çayı geri gönderiyorduk
şekerli diye. Sonrasında her gittiğimiz yerde
bize özel şekersiz nane çayı yapılmasını sağladık

Casablanca sanki tüm uçların yaşandığı bir şehir.
Medine sokaklarını gezerken
defalarca boğazım düğümlendi.
Birçok duyguyu aynı anda hissediyordum.
Binalarla, insanların görüntüsünde sanki
paralellik vardı.
Acıma, şaşırma , gülümseme

O daracık sokaklarda 19.yy gidiyor
tarihin kokusunu duyuyor. hüzünleniyorsunuz.
Daha sonra Fas'ın diğer şehirlerinde de
hep göreceğimiz gibi
‘’güneş giremeyen sokaklar’’
demek geldi içimden onlara.

 O güne özelmiydi bilmiyorum Medine girişinde ki
turistik dükkanları geçince çoğu konutların olduğu
dar sokaklarpazaryeri haline dönüştü. 






2 kişi bile yanyana ürüyemediğimiz darlıkta ki 
sokaklardaalıcılar, satıcılar, çocuklar ve
 biz turistlerin yanı sıra kafeslerde ki 
canlı tavuklar,
sokağın ortasında temizlenirken
yere atılan balık artıklarını yiyen kediler.


Ve bolca tüketildiğini düşündüğüm
heryerde satılan salyangozlar :)
 


Fazla bakmamaya çalıştığım salyangozlar,
iri kocaman kırmızı patates ve en az
o büyüklükte satılan soğanlar pazarda ki
değişikliklerdi benim için :)

Öte yandan rengarenk giyinen Faslılarla,
bizim pazarlarda da görebildiğimiz renkli
sebze ve meyveler de bir cümbüş oluşturmuştu.

Ha bir de damak tadında yenilikleri deneyen
ama pek sevmeyen ben tropikal bir meyve olan
kaktüs meyvesini denedim ve hoşlandım.:)


Ama şimdi düşününce akılda kalan
yiyeceklerden çok
insanlarda ki umutsuz bakışlar ,
fakirlik , karmaşıklık ve pislikti.

 Ve bize göre daha esmer tenleri,
önce genetik olduğunu düşündüğüm
diş problemleri ve zengin fakir ,
kadın erkek herkesin giydiği
CELLABİYE adı verilen bir üst giysi.

Yazın sıcaktan , kışın soğuktan korunmak için giyiyorlar..
Erkeklerin ki genelde boyuna çizgili oluyor.
Belki de Cellabiye yüzünden faslıların oluşturduğu
bu mistik hava bana çok farklı
ve çekici geldi bilmiyorum.

Onları gördükçe o eski sokaklarda,
kadın erkek farketmeden fotoğraf çekmek
istiyorsunuz ama hiç hoşlanmıyorlar,
kızıp tersliyorlar ve yüzlerini saklıyorlar.

Bir turist olarak başta bu davranışa kızıyorsunuz
ama empati yapınca çok turist alan bir ülke olarak
 her an birilerinin sizi bir obje , bir model gibi
görmesi gerçekten rahatsız edici olabilir diye
düşünüyorum.

O yüzden bazıları izin alarak ,
bazıları da para karşılığında fotoğraf
çekmeye izin veriyorlar.

Kadınlar çok küçük yaşlardan başlayarak
(5-6 yaş gibi ) tahminimce en az %80’ i
türban takıyor

 Ama ülke genelinde Faslılarla sohbet edince
Türkiye'den geldiğimizi öğrendiklerinde
çok iyi davranıyorlar.

Hemen GARDAŞ, GALATASARAY , İSTANBUL
bir de  Hasan Şaş diyorlar :)

Bir butikçi olarak dikkatimi çeken başka bir şey de
bu medinalarda yaşayan , yoksul Fas’lı kadınların
ellerinde gördüğüm Lc Waikiki markasına ait poşetler.
Ülkemizde ki gibi bu marka oldukça populer sanırım.

 Müslüman olduğumuz için ya da bizim dizileri
çok izledikleri için olsa gerek ,bizi diğer
turistlere göre daha yakın buluyorlar kendilerine !!!

Gezdiğimiz tüm büyük şehirlerin Medinelerinde ki
medreselerin çokluğu, yolumuz üzerinde ki tüm köy
ve kasabalarda ki okullar aslında geçmişten bugüne
eğitime önem verildiğini gösteriyor.

Örneğin, Tinghir vadisinde öğle yemeği molasında,
restoranta komşu bahçede 5-6 yaşlarında ki 2 çocuğuna
sabırla ders çalıştıran genç baba, hepimizin dikkatini
çekmişti.



1.Sınıfta arapça , 2. sınıftan itibaren de
fransızca eğitim alıyorlar. Yani her yetişkin Fas vatandaşı
bizden bir fazla ayrıcalığa sahip..
2 dili ana dili olarak kullanıyorlar.



1956 yılında bağımsızlıklarına kavuşmalarına rağmen ,
yıllarca Fransız sömürgesi oldukları için Fransızcayı
fazla benimsemişler anlaşılan. Ayrıca gezi boyunca
iletişim kurduğumuz tabi ki turizm sektöründe çalışan
şoför, garson, deveci, vb. ve çarşılarda ki tüm satıcılar
ilave olarak benden daha iyi ingilizce konuşuyordu:)

Medine sokaklarından çıkıp şehrin başka
bir yüzünü görmeye gidiyoruz.

Okyanus şehri olan Casablanca
aynı zaman da ülkenin ticaret merkezi
olarak kabul edilebilirmiş.
Medineden çıkıp denize doğru yürüdükçe
şehir şekil değiştiriyor.
Karşınıza modern, temiz, lüks arabaların
yanınızdan geçtiği, uzun renk renk
tramvayların dolandığı bir kent.

Ve önce minaresini gördüğünüz
görkemli Hassan II cami.
Büyük,  çok büyük bir cami.
Şehrin her ayrı köşesinden gözüküyordur
minaresi eminim.
Unutmadan Fas’ta camilerin minareleri
bizimkiler gibi yuvarlak değil.
Kare yapılıyor. İlk günlerde köylerde ,
kasabalarda bazen bir caminin ,
cami olduğunu anlayamıyordum :)
Dıştan bir toprak ev çatısız..
Ve kare şeklinde küçük bir minare.!!
Hassan 2 caminin mimarisi, işçiliği, çinileri
kısacası içi dışı heryeri gerçekten çok güzel.
Okyanusun dalgaları caminin bahçe
duvarlarına çarpıyor.

80 bin kişilik ibadet alanı olan caminin
müzesini , bahçesini gezerken yoruluyorsunuz.
Saçımızı örtmemize rağmen anlamsızca
bayan güvenlikler tarafından müslüman mıyız?
diye sorgulanıyoruz.

 
Namaz saati olduğu için
belki ama yaşlı birinin o merdivenleri çıkıp
namaz kılması ne kadar zor olur diye düşündüm.
Ayrıca ezanda bizdekilerden çok değişik okunuyor.
Kaldığımız otellerden birinde sabah ezanı
korkuyla uyanmama neden olmuştu.
Resmen korkmuştum.
Hocanın sesi aniden bir çığlık şeklinde
sanki bağırıyor ve anında ses kısılıp gidiyor.
Alışık olduğumuz melodiden çok farklı, komik sanki.
Ezanı okurken acı çektiğini sanıyorsunuz.
Artık deneyimli bir gezgin olarak cami ziyaretlerini
düşünerek yanımda galoş götürmeyi ihmal etmedim :)
Camiyi görüp gezerken, Fas’a gidişte ve dönüşte
kullandığımız yeni İstanbul havalimanının büyüklüğü,
lüksü, gösterişi aklıma geldi.

Biz aslında bu kadar zengin bir ülkemiyiz ?
diye düşünmüştüm. Casablanca'yı da gezerken
Medine'de görüntüler açlık, sefalet,
zavallılık aklınıza geliyor.
Acaba o camiye harcanan paralarla
kaç fabrika yapılırdı, kaç kişi
o fabrikalarda çalışırdı diye düşündüm.
Uçakta yanımda oturan Faslı genç kızla
yaptığımız sohbette bundan söz ettim.
Bana dedi ki : '' Faslılar o camiyle gurur
duyuyor, kimsenin aklına gelmez o şekilde düşünmek''.

Yani Araplar ve berberilerden oluşan
Faslılarla ortak bir özelliğimiz var.
Aç kalabiliriz, insan gibi yaşamıyor olabiliriz
ama kendi kullanmadığımız saraylar,
camiler, köprülerle gurur duyarız !!!

Hassan II camiden sonra kilometrelerce
bir plaj başlıyor.
Maalesef yanımızda mayo götürmüş olsakta,
15-20 C hava şartları nedeniyle
hiçbirimiz buna cesaret edemedik.

Ama okyanus dalgalarını,
plajda soğuk havaya rağmen denizin içinde
futbol oynayan gençleri ki çok fazlaydılar
ve  müşteri bekleyen develeri gün
batımında izlemek çok keyifliydi.

Daha sonraları her köyde , kasaba da
,toprak sahalarda hep futbol oynayan çocuklar ,
gençler görmeye devam ettik.
Fas’ta  futbolun çok önemli olduğunu
düşünmeme neden oldu bu.

Şehrin öteki yüzü yani okyanus manzaralı lüks
villalar , oteller , geniş caddeler ve unutmadan
ışık yoksa caddeye adımınızı atıp elinizle dur
dediğinizde , durup size yol veren arabalar !!!
Araya bir not. Şehir merkezlerinde yoğun trafikte
bile korna çalmıyorlar. Trafik sessiz.
Fransızlardan etkinlenmişler belli.
Bu konuda bize göre daha çağdaş
bir görüntü sergiliyorlar.

Fas'la ilk tanıştığımız Casablanca'yı
2.günün sabahında arkamızda bırakarak,
biz 12 kadın ve genç rehberimiz Yiğit ,
şoförümüz Sait'in küçük minibüsüyle
Mavişehir yani Şafşavan'a doğru yola çıkıyoruz.

Şafşavan'a giderken dağlar tepeler
ormanlardan geçtik. Yağmurlar yağdı.
Bir Afrika ülkesine, çöle, kızgın güneşe
gidiyoruz modunda ki gezgin yol arkadaşlarım
genelde üşüdüler bu gezide :)
Ben her türlü hava durumuna kısmen
daha hazırlıklıydım.

Sonunda yerel rehberimiz berberi kökenli
Amine'nin bizi beklediği 600 m. rakımlı,
sırtını bir dağa dayamış, çok soğuk ve
yağmurlu olmasına rağmen sıcacık renkleriyle
içimizi ısıtan mavi şehire ulaştık.

Öyle maviydi ki Şafşavan , o yağışlı ,
gri hava da bile rengarenk gözüküyordu.

Bir kale kapısından girdiğiniz sokaklarda
yukarı, daha yukarı çıktıkça,
sağa sola saptıkça, o mavinin içinde
satıcıların renkli eşarpları,
çölde dokunmuş kilimler,
babuç dedikleri rengarenk süslü terlikler
sizi şaşkına çeviriyor.

Hangi kareyi çekeceğinizi,
hangi sokakta fotoğraf çektireceğinizi şaşırıyorsunuz.
Neden "mavi şehir" diye sorduğunuzda
birkaç hikaye anlatıyor rehber ama
sadece turistik olsa gerek diye düşünüyoruz.
Üstelik denize bu kadar uzak olmasına rağmen
maviyi ve beyazı iyi kullanmışlar, kutlamak gerek :)

Tamamen Şafşavan'da olduğumuzu hissettiğimiz
otelimize gitmeden önce


Tajin adlı güveç kabından adını alan
yemeklerinden yedik.

Ben çok acıkmıştım o gün ve sonrasında
tüm gezi boyunca yiyeceğimiz gibi etli
 veya tavuklu tajin ve beyaz olarak pişirilen
 bulgurdan yapılan kuskus ve 




Harira adlı çorbaları hepsini çok beğenmiştik.
( Heryerde hep aynı çorba vardı sanki :) )

Yine çok erken saatlerde Şafşavan'da ‘ki çinili
otelimizden ayrılarak Fes şehrine doğru yola çıkıyoruz.


5 saatlik yolculukta küçük köy ve kasabaları,
her tür bitki örtüsünü, dağlarını,
ovalarını, ormanlarını görmemizi sağlarken
Fes’te ki yerel rehberimiz Muhammed’in
söylediğine göre Fas’ın kültür ve sanat
başkenti diye anılan ve mutlaka görülmesi
gereken Fes şehrine ulaşıyoruz.



Yeni ve eski şehirleriyle oldukça büyük bir kent.
Kapalı çarşıyı hissettiren üzeri kafesle kapatılmış ,
insana yüzlerce , binlerce sokak hissini veren
çarşısı özellikle bir kadın için
vazgeçilemeyecek güzellikte.


Fas’ın tüm şehirlerinde ki gibi renkli ,
çok renkli her şey.
Fazla alışverişi sevmeyen ben ve rehberimiz Yiğit ,
gezgin arkadaşlarımızı beklemekten
perişan olduk Fes çarşılarında. :)

Fes Medinesi Casablanca’ya göre
daha temiz , daha düzgün ,
daha az yıpranmış.

Yazın sıcaktan korunmak adına
yüksek binaların arasında ki
güneş görmez sokaklar yine çok dar.



Kaybolmak değil , kaybolmamak zor.

Her sokağı , her kapısı ki bunu özellikle
belirteyim genel olarak tüm ülkede
muhteşem denebilecek binlerce kapı gördük.

Müthiş kapılar. 1-2 m. eninde bir sokakta
o yükseklikte bir kapı görmeyi beklemiyorsunuz.


Hepsi ayrı ayrı güzellikte bir sanat eseri.
Evler yaşanır durumda ve ülke geneline
göre çok temizdi o sokaklar.

Riadlar yani tüm kapıların ortak bir bahçe
veya salona açıldığı, üst kattan alt katları
görebildiğiniz binaların pek çoğu
otel olarak kullanılıyor.

Medreseler çalışır durumda.
Fes medinasında gezerken etkilenmemek mümkün değil.

Her köşesinde geçmişe yolculuk yaparken ,
hala yaşayan bir çok tarihi medrese ,
cami , mescitlerin olduğu Fes ,



gerçekten insanda
okumuş yazmış,geçmişi olan ve koruyan
bir şehir imajı veriyor.

O sokaklardan birbirine geçerken rehberimiz
bizi tabakhanelerin olduğu bölüme götürüyor.
Kapıdan girerken küçük bir eve ya da
cafeye girdiğimizi sanmıştım.
Deri terlik, çanta, ceketlerin satışa sunulduğu
3-4 katlı bir işyeri çıktı karşımıza.

Girer girmez elimize taze nane ikram ettiler.
Yemek için sandım önce meğer terasa
çıktığımızda göreceğimiz manzaranın
kötü kokusu yüzünden vermişler
Naneyi koklayarak derilerin işlem gördüğü
yüzlerce küçük havuzu ve
havuzlarda oldukça kötü şartlarda
çalışan işçileri izledik terastan.

Farklı bir atmosfer.
Yaşamak aslında ne kadar zor cümlesi geçti aklımdan.
Keyfim kaçtı ..sonra ki sokaklarda eski giysilerin,
kumaşların boyandığı dükkanları görünce
sanki gerçek değil de bir kurgu olabilir ancak
gibi geliyor insana. O sağlıksız şartlarda
çalışan küçük çocuklarda vardı.

Araba girmeyen o sokaklarda taşımacılık
çoğunlukla insan, eşek ve at ile sağlanıyor.
Siz yürürken biri arkanızdan bağırıyor,
kafanızı çeviriyorsunuz ve bir atın kafasıyla
burun buruna geliyorsunuz

Bazen de taşıdığı malların içinde ezilmiş,
kaybolmuş yaşlı bir adam içinizi burkuyor.
Fakirliği, sefaleti en çok yaşlılarda hissettik sanki.

Seramik, çini işçiliği ve kullanımı oldukça
yaygın olan Fes şehrinde büyük bir
imalathaneyi gezerek, üretimin
tüm aşamalarını canlı olarak izledik.

Adını Fas’ın güneybatısında yetişen
Argan ağacından alan Argan yağı alışverişi
ve çölde kullanacağımız şallarımızı
doğrudan dokuma tezgâhlarından alırken
yapılan pazarlıklar geziye dair
en eğlenceli anlardı.

Asla hiçbir şekilde hoşlanmadığım pazarlık
usulü Fas genelinde zirve yapmış durumda.
Daha en başta rehberimizin uyarısıyla
en düşük fiyattan, en yükseğine kadar
sorduğunuz her ürünü en az yarı fiyatına
alabiliyorsunuz.

Baştan kendini ağırdan satan satıcılar
almadan çıktığınızda peşinize takılıp,
satıncaya kadar indirim yapıyorlar.
Bu pazarlık aşaması bazen çok komik,
çok eğlenceli olabiliyor .

Eğer birgün yolunuz Fas’a düşerse
pazarlık yapmadan asla alışveriş
yapmayın derim.

Öte yandan gece hayatı ve artık Fes’ten
ayrılırken sadece arabanın içinden
görebildiğimiz yeni Fes, geniş bulvarları ve
parklarıyla diğer yarısından çok farklı bir şehirdi.

Artık Fes’ten ayrılıp , Merzouga’ya yani
çöle doğru giderken ,uzun ve yorucu
bir yolculuk olmasına rağmen
arabada dinlediğimiz yöresel müzikler ,
aynı gün içinde sürekli değişen
bitki örtüsü ve hava şartları hepimiz için
sürprizlerle doluydu.


Gruptaki heyecan gözle
görülebiliyordu.Yorucu, uzun ,
bitmeyecekmiş hissi veren yolculuk
Rif dağlarından geçip Merzouga’ya giderken
Fas’ın orta Atlas dağlarını , yaylalarını hatta
Avrupalıların geldiği turistik kayak merkezlerini
görmemize neden oldu. 1874 m. rakıma
ulaştığımız yolculukta yaklaşık 2 saat karlar
içinde yolculuk yaptık.


Çöle giderken hiç kimse kar görmeyi
ummuyordu elbette. Dağları, ormanları, karları
geride bırakarak çöle yaklaştığımızı değişen bitki
örtüsü hatta bitkisizlikten anlayabiliyorsunuz.
Sadece toprak oluyor her şey . Toprak rengi köyler,
evler , sokaklar , dağlar ve toprak rengi insanlar sanki..

Sonra hiç beklemediğiniz bir anda sizi şaşırtan
vahalar. Akan bir ırmak. Çevresinde kocaman hurma
ağaçları, palmiyeler. Bu ülke aynı zamanda
palmiye cenneti diye düşündüm çoğu zaman.
Ülkemizde özel olarak park, bahçe ve
yollara dikilen, özenle yetiştirdiğimiz
bu ağaçlar her yerde kendiliğinden türemiş
ve büyümüş Fas’ta. 

Aynı kökten 2’li ve 3’lü
çoğalan palmiyeler bizdekilerden yine farklı
olarak çok ince ve uzunlar aynı Fas’lılar gibi.

Konuyu dağıtıyorum ama aklıma gelmişken
çok şişman Faslı hiç görmedim. Genelde
neredeyse tüm yemeklerde şekeri çok yoğun
kullanmalarına rağmen kilolu olmamaları
hatta zayıf olmaları bana ilginç gelmişti. Özellikle
dikkati çeken genel diş sorunlarını da
muhtemelen şekerle olan bu dostluklarına borçlular.

Bir başka dikkatimi çeken çok az sayıda sigara
içen faslı gördüm. Sigara yerine haşhaş kullanımı
daha yaygınmış meğer. Ama biz görmedik tabi ki.
Sanılanın tersine tüm gezi boyunca EL Fena Meydanı
dışında kendimizi hiç güvensiz hissetmedik. Korkulacak,
endişe edecek hiçbir şey yoktu. Karayollarında sık sık
trafik kontrolleri yapılıyordu. Bunların birinde pasaport
kontrolü de yapıldı.

Ve sonunda( 500 km )9 saatlik yolculuk
sonrası Sahara çölüne gitmek için
develerimizin bizi beklediği
Merzouga’ya ulaşıyoruz.

Herşey kuralına uygun olmalı.
Deve sahipleri önce şallarımızı usulüne
uygun bağlamamıza yardım ediyorlar
sonrasında da develere binmemize.

Develerin üzerinde kalkış ve inişte ki heyecanımı,
korkumu bir uçağın kalkışına ve inişine benzettim
Hem çok korkuyordum hem de çok heyecanlı
Güneşin batışını arkamıza alarak
akşam ezanı eşliğinde tek sıra halinde 13 deve,
doğuya hareket ettiğimiz de hava kararmaya başlamıştı.


Deveyle bu 2 saatlik yolculuğun
çok zor olacağı şeklinde rehberimiz
tarafından uyarılmıştık.
Doğru söylemişler.
İlk 10-15 dk.da daha çöle ulaşmadan
hava karardı.

Develerimiz çok büyük değildi diye
düşünmüştüm görünce.
Üzerine binince hiç de öyle gelmiyor.
Önümde ki 25-30 cm demire sımsıkı
tuttuğunuz elleriniz vücudunuzu taşıyor.
Sırtınızı dayayabileceğiniz, ayaklarınızı
koyacağınız bir şey yok.
Bilekleriniz yorulur da bir an bırakırsanız,
devenin kafasından aşağıya önüne düşebilirsiniz

Deve de üzerinize basar, yürür gider
Hava zaten bulutlu olduğu için olsa gerek
öyle karardı ki önümde ki devede ki
arkadaşımı zor görüyordum.

Develer birbirine bağlı ve her 3-4 deveyi
geleneksel giysileriyle atmosfere çok yakışan
bir adam çekiyor.
Bu adamlar aynı zamanda devenin hızını belirlemiş oluyor.

Kum tepeleri o karanlıkta kocaman bir
hayalet gibi sanki.
Bu tepelere çıkış kısmen rahat ama
devenin dev adımlarıyla inişte 7-8 şiddetinde
bir deprem yaşıyor gibi oluyorsunuz
Kaç tepe çıktık ve indik bilmiyorum ama
çölde konaklayacağımız çadır otelimize ulaşmak
2 saat değil de 4 saat gibi geldi 

Ve sağ salim develerimizden inmeyi başardık.
Gittiğimiz heryerde karşımıza çıkan tavuklu Tajin
yemeğimiz kocaman kıl çadırdan oluşmuş
kırmızı dekorlu restorantta bizi bekliyordu.

Gerçekten çöldeydik.
Yürürken ayaklarınız kuma gömülüyordu.
Müthiş renkli giysileriyle bize yemek servisi
yapan garsonlarımız , yemek sonrası ateş başında
birer müzisyene dönüştüler .

Ateş başında , Şili’den ,Kostarica’dan ,Çin’den
dünyalı dostlarla canlı Afrika müzikleri dinlemek
hatta araya kendi şarkılarımızdan söylemek
gerçekten o yorgunluğa değerdi diye
düşünmemize neden oldu


Çöl gece çok soğuk.. Sıkı soğuk.
Buna rağmen kumlara uzanıp, dokunacakmışız
kadar yakın gözüken milyonlarca yıldızı
izlemek hayatta kaç kez olur ki

 Çadırda konakladığımız gecenin ardından
develerimize binerek dönüşe başladık.
Sadece sarı kum tepeleri ve mavi gökyüzü.

Hergün orada olsam o tabloda yeşili ya da
farklı renkleri görmek istermiydim bilmiyorum
ama uçsuz bucaksız çöl ve gökyüzünün
uyumu müthiş güzeldi.

2 saat boyunca çölde develerle bütünleşmiş
birer dekor olmuştuk sanki.
Kumların üzerinde rüzgarın , çöl akreplerinin ve
çöl farelerinin oluşturduğu izler dışında
insana dair hiçbir belirti yok.
Çöl insana sonsuzluk hissi veriyor.

Arada sessizliği biraz yakınımızdan geçen özel motorlar
ve jeepler bozuyor.
Develer onlardan korkacak ve koşmaya başlayacaklar
diye ödüm kopuyor


Harika atmosfere rağmen devenin üzerinde
kalmaya çalışmak o kadar zor ki artık yeter diye
düşündüğümü de itiraf etmeliyim
Dönüş develerimiz biraz sinirliydi ve
grup arkadaşlarımdan biri deveye binerken düştü
diğeri de inerken, büyük tehlike atlattılar.


Yolculuğumuzun 6. gününde unutamayacağımız
çöl deneyimi ve develerimizi geride
bırakarak yola çıktık.
O gece için mola vereceğimiz dev bir kayaya
sırtını yaslamış, eski ama müthiş manzaralı
bir dağ oteline ulaşıncaya kadar.

Tarihte önemli bir ticaret yolu olan Tinghir vadisini,
Dades geçidini görmüş olduk.
Her şeyin yani dağların, yolların, evlerin
toprak görüntüsü aniden karşınıza çıkan
vahalarla yeşilleniyordu.

Yollar dümdüz ve tek şeritti.
Yıllar geçse de küçük minibüste ki
o uzun yolculuklar hep aklımda kalacak.

Tutko vadisi, parmak kayalar derken
özellikle de Quarzazate – Marakeş arasında ki yol
oldukça stresliydi. 3 saat boyunca daracık
tamamen virajlı bir tarafı uçurum bir yoldan gidiyorsunuz.
Çok az da olsa karşımıza çıkan o köylerde nasıl yaşanır,
hasta olsalar doktora hastaneye nasıl ulaşırlar
diye düşünmeden edemedim.

Fas gezimizde toplamda 2150 km lik yolculuk yapmışız.
Şehir gezilerinde de günlük ortalama 10-15 km yürüdük.
Belki çoğu insana yorucu ve sıkıcı gelebilir ama
ben her anından çok keyif aldım.
Hatta arabada uyuklar gibi olduğumda
panik halinde uyandığımı anımsıyorum,
bir şeyleri kaçırırım korkusuyla.

Çölden sonra Fas’a dair en merak ettiğim ,
gitmeden önce bile heyecan uyandıran
Fas’ın turizm başkenti olan Marakeş’e
ulaşacağımız gün yine çok erken saatte
yola çıktık.
Programımız ve yolumuz oldukça yoğundu.
Ait ben haddou , Quarzazete gezimizi
çok hızlı yapmak zorunda kaldık.

Çölle ilgili , dünyaca ünlü bir çok filmin çekildiği
Atlas stüdyoları oldukça ilginç geldi hepimize.
Özel rehber eşliğinde fantastik dünyanın
PRINCE OF PERSIA ,TAXI 5 ,
TRANSPORTEUR,CLEOPATRA,GLADIATOR  vb.

Birçok filmin çekildiği  stüdyo gezisinde
Kleopatra’nın koltuklarında oturduk ,
aksiyon filmlerinin sürekli patlatılan arabalarına ,
uçaklarına dokunduk , gerçekmiş gibi
gözüken surlar içinde kalelere , saraylara girdik.

Büyük film şirketleri  tarihi filmlerde ucuz
figüran oyuncu işgücü sağlanabildiği ve Fas kısmen daha ucuz
olduğu için bu stüdyoları kullanıyorlarmış.

Atlas stüdyolarından sonra ki ziyaretimiz
bir berberi köyü.Ait Benhaddou ..

Fas’ın asıl sahipleri olan berberiler
yıllar içinde Araplardan etkilenerek
Müslüman olmuşlar.
Kendilerine has kültürleri , bakış açıları
onları daha yakın hissetmeme neden oldu.
Uçakta tanıştığım Fas’lı genç kız
babasının berberi olduğunu ve
dolayısıyla berberi olduğu için kendisini
ayrıcalıklı hissettiğini söylemişti.

Özel geleneksel kostümüyle yerel rehberimiz
Muhammed o kadar yakışıklı ve
karizmatikti ki köyün sokaklarında gezerken
manzaradan çok rehberimizin
fotolarını çektik hepimiz :)

Bu arada Kralın adı olduğu için mi yoksa
peygamberimiz nedeniyle bilmem ama
Fas’ta bize eşlik eden 3 ayrı erkek
rehberimizin adı Muhammed idi .

Ait Benhaddou , sahara ve Marakeş yolu
üzerinde olduğu için turistlerin uğrak yeri.
Nehrin diğer yakasına yeniden inşa
edilen kısımda yaşıyor köylüler.

Ziyaret ettiğimiz köyde sadece 4 aile yaşıyormuş.
Tamamen çıplak bir tepeye kurulmuş.
Yine dar, sürekli yukarı doğru çıkan yolda ki
tüm eski evler şimdiler de turistik dükkanlar olmuş.
Kıvrıla, kıvrıla köyün zirvesine ulaşıp,
yukarıdan nehri ve tüm çevreyi izleyebiliyorsunuz.

Yerde ki taşlardan toplayıp, büyükten küçüğe
üst üste diziyorlar gelenler.
Meğer dilek dilemek içinmiş
Ne kadar çok taşı üst üste koyabilirseniz
daha çok tutarmış sözümona!!

Rehberimizle vedalaştığımızda akşamüzeriydi.
Daha önce sözettiğim dar , sürekli virajlı
yolun ıssızlığı insanı ürkütüyor .
Hiç bitmeyecekmiş gibi sanki ..
Kızıl dağlar ,terk edilmişlik hissi veren
az sayıda ki kızıl köylerden geçerken
gün batımını izliyoruz.


Herkes çok güzel fotolar çekti bu yolculukta.
Yol boyunca izlediğimiz coğrafya
KIZIL ŞEHİR denilen Marakeş’e
gittiğimizi fark ettiriyor.

1 saatten fazla süren bu stresli yol,
bu kez de çok kalabalık ama
yine dar bir yolla birleşiyor.
Hava kararmıştı ve çevre de ki
dağlardan kum-çakıl taşıyan yüzlerce
kamyonun peşine takıldık.
Tek şeritli ve bu kadar yoğun trafikte
sağolsun şoförümüz Sait bizi sağ salim
Marakeş’e ulaştırdı.

JAmaa El Fna meydanına çok yakın
medinada ki otelimize tabi ki araçla
gitmek imkansız. Çünkü otelimiz
o daracık sokaklardan birinde ki
riadlardan biri.

Valizlerimizi bir taşıyıcının arabasına yüklüyoruz.
Rehberimiz önde tek sıra halinde
biz arkada otelimize ulaşıyoruz

Güne  Bahia Sarayı ve  Palais Badia’yı gezerek başladık .
Özellikle Bahia sarayı 19.yy sonlarında
inşa edilmiş ve tam bir Fas İslam mimarisi
özelliği taşıyor. Çok iyi korunmuş.

Çinilerin ve ahşap işçiliğinin uyumu
çok zevkli. 







Saray gezilerinden sonra
Jarden Majorelle yani Majorel bahçesine gidiyoruz.

1919 yılında ismini taşıyan bir ressam
tarafından dünyanın heryerinden topladığı
bitkilerden oluşturduğu bu bahçe
ölümünden sonra Fransız modacı
Yves Saint Laurent e satılmış.

Tam bir peyzaj harikası.
Yüzlerce tropical egzotic bitkinin ve
havuzların  çok büyük bir zevkle yerleştirildiği
bahçe inanılmaz güzel.
Berberileri anlatan bir müze de var içinde.


Öyle kalabalıktı ki fotoğraf çekmekte zorlandık.
Yağmurda o bahçeyi ve renkleri görmekte
çok güzeldi.
Bir gün yolunuz Marekeş’e düşerse
mutlaka zaman ayırmalısınız
Majorelle bahçesine

Marakeş adı dünyada sanki Fas’ın
önüne geçmiş gibi bence
Fas denince herkesin aklına önce Marakeş geliyor.

 Marakeş tam bir keşmekeş
demek geldi içimden. Jamaa EL fna meydanına
Kıyamet meydanı , sonsuzluk meydanı ,
fenalıklar meydanı da deniyor
ve içinde her şeyi barındırıyor.


Dev bir meydana çıkan onlarca sokak var.
Bu sokaklar bir şekilde birbirine bağlanıyor.
Aklınıza gelen her şey yüzlerce binlerce
dükkan  tarafından satılıyor bu sokaklarda.



Ve satılan her şey çok renkli.
Sokaklardan birinin girişinde
sağlı sollu duvarlarda yüzlerce belki de
binlerce krala ait fotolar sergileniyor.

Kralın kendi isteğiyle mi yoksa o sokaklarda ki
esnafın bir jesti mi bilmiyorum.
Sözü gelmişken Kral 5.Muhammed’in
öncekilere göre daha çağdaş bir
politika izlediği söylendi bize..
Çift eşliliğin yasal olduğu ülkede
kralın 2. eşi var mı diye sormuştuk.
Karısı izin vermediği için
2.kez evlenememiş kral:)



Toprakla iç içe yaşayan ,
yani toprak yolların , toprak dağların ,
toprak evlerin sahipleri olan faslılar
giysilerinde o kadar renkliler ki aslında .
Belki tek bu yüzden renkli giyinmeyi
seven biri olarak , Faslıları
bu konuda çok yakın buldum kendime.



Kargaşa, gürültü, müzik sesleri,
 yılan gösterileri, maymunlar, dilenciler ,
göstericiler her şey gerçeküstü sanki.
Bir bakıyorsunuz dört nala bir atlı araba
kalabalığın arasına koşarak dalıyor.

Rehberimiz tarafından çok dikkatli olmamız ,
birbirimizden ayrılmamamız ,
telefonları ortaya çıkarmamamız yönünde
uyarıldığımız için dolaşırken şaşkın ,
ürkek  bir görüntü sergiliyoruz.
Ne tarafa bakacağımızı şaşırıyoruz.
O kalabalıkta her yerde ayrı bir aksiyon var.
Üstelik günün her saatinde.
Hep canlı. Hatta gece çok daha hareketli,
01.30 da bile ışıl ışıldı.

O saatte, o kadar kalabalık hiç beklemiyordum.
Müzik yapanlar, dans edenler, dövmeciler,
yılan oynatıcıların yanı sıra,
taze meyve suyu satıcıları, hurma satıcıları
dahil birçok gıda maddesini de alabileceğiniz
rengarenk sergiler, büfeler.
İzlediğiniz ya da fotoğraf çekmek istediğiniz
her gösteri için para istiyorlar sizden.
Özellikle yılan sahiplerinden korktum ben.
Foto çekerseniz eğer sanki heryerde gözleri 

var sanki.. 
Anında birkaç kişi etrafınızı sarıyorlar.
Verdiğiniz her parayı da beğenmiyorlar.
 Parada anlaşamazsanız fotoğrafı sildirinceye
kadar bırakmıyorlar peşinizi.
Meydanı çevreleyen cafeler , restorantlardan
 birine oturup izlemek çok zevkli.
Her milletten insan var sanki orada.
Marakeşte kaldığımız 2 gece de
çok hoş mekanlarda akşam yemeği yedik.

Özellikle ELfna meydanında ki
Le Marakesh restorantın konumu, dekorasyonu,
yemekleri, dansözlü eğlencesi
 Fasla veda gecemizi unutulmaz kıldı

Gezimizin 10.gününde sabah çok erken
saatlerde Marakeş’ten ayrılarak
İstanbul’a gitmek için uçağımızın bizi beklediği
Casablanca’ya doğru yola çıktık.
10 günde bu kadar gezebildik.
Göremediğimiz önemli ve turistik şehirleri
başkent Rabat , Essaouira ve Tanca’yı
bir başka sefere bıraktık.
Fas gezimi tesadüfen uçakta yanımda oturan ,
mükemmel Türkçe konuşan 27 yaşında  ki
Khawla’nın sayesinde
harika bir yolculukla tamamlamış oldum.

Gezi boyunca hep gördüğümüz hüzünlü ,
umutsuz , ürkek faslıların tersine
güleryüzü ve tatlı sohbetiyle
Fas’a dair aklımda kalan tüm sorularıma
bıkmadan cevap verdi.
Özellikle gerçek halktan birileriyle
sohbet edebilme şansınız olduysa ,
o ülkeyi , kültürünü  daha iyi anlayabiliyorsunuz.
Çölde bize göz kırpan milyonlarca yıldızı,
dünyanın farklı ülkelerinde ,
farklı güzel insanlarla da birlikte de
izleyebilmek umuduyla vedalaştık
yol arkadaşlarımızla.

Çölde Afrika müziklerinde eğlenirken ,
berberi ve arap evsahiplerimizle birlikte bağırıyorduk
Afrikaaaa , Tajin , kuskus !!